Görme engellilere nasıl yardımcı olabiliriz?

Görme engellilere yardımcı olmak isteyen ama neyi nasıl yapması gerektiğini bilmeyen birçok vatandaşımız vardır. İşte şimdi biz de bu konuda bir takım tavsiyelerimizi sıralayacağız.

* Yürüme esnasında engelli bireyin koluna girmeyin. Bırakın engelli birey sizin kolunuzda olsun. Böylelikle yüksek yerlere çıkışta ve basamaklarda sizin gerinizden gelmesi takılmasını engeller ve siz de konuşarak ikaz etmek zorunda kalmazsınız. Ayrıca yine gerinizde olması durumunda yüksek basamaklardan inme esnasında tırabzandan destek alabilir.

* Engelli bireyle konuşurken kesinlikle ismini kullanın çünkü göremediği için kendisiyle konuştuğunuzu anlayamayabilir. Sanıldığının aksine görmek, bakmak, körlük gibi söylemler görme engelli bireyle de konuşurken kullanılabilir.

* Yardımcı olduktan sonra giderken, “Görüşmek üzere” diyerek gittiğinizi belirtin.
* Bir görme engellinin adres tarifi istemesi durumunda net ve anlaşılması güç olmayan bir şekilde açıklamaya çalışın. Kesinlikle ve kesinlikle uzak mesafeden bağırıp tarif etmeyin. Bu durum oldukça kırıcı olarak algılanabilir. Ayrıca birçok tehlikeye de davetiye çıkartabilir. Eğer gidebiliyorsanız, yanına gidemiyorsanız mümkün olduğunca yakınına giderek iletişim kurun.

* Eğer bir toplu taşıma aracı bekliyorsa, uygun bir dille beklediği aracı sorun ve yardım etmenizi isteyip istemediğine göre hareket edin. Oldu ya sizin aracınız, onunkinden önce gelirse sözlü olarak gitmekte olduğunuzu anlatın ve yardımcı olması için birine ricada bulunun.

* Pencere ve kapıların ya kapalı ya da açık olması önemlidir. Aralık bırakırsanız tehlikeli olabilir.

* Daha önce girmediği ve yabancı olduğu bir oda ya da mekana girdiğinizde kesinlikle ortada bekletmeyin. Oturabileceği bir yere götürün ve işinizi sonra halledin.
* Yemek esnasında nerede hangi yemeğin olduğunu detaylı olarak belirtmeniz büyük bir incelik olacaktır. Ayrıca, et, balık, tavuk gibi yiyecekleri kesmek ve bölmek için yardımcı olmanızı isteyip istemediğini sorun.
* Eğer bir görme engelliyi misafir ediyorsanız ilk etapta kullanacağı lavabo, tuvalet, banyo, elbise dolabı, pencere, elektrik prizi ve ışık açma anahtarının yerini birebir olarak gösterin.

Engelli bireylerin ve işletme sahibinin bilmesi gerekenler

– Çalışıyor oldukları yerden sakatlık ya da hastalık sebebiyle ayrılanların sakatlık ya da hastalık durumlarının sona ermesi halinde aynı işyerine tekrar girmeyi talep edebilirler. Bu durumda mevcut kadroda personel eksiği varsa hemen işe alınabilirler. Eğer personel eksiği yoksa da ortaya çıkacak ilk uygun kadroda diğer engelli başvurularının değerlendirilmesinden önce bu kişilere öncelik tanınır.

-Mevcut işyerinde herhangi bir mesleki kaza sonucu engelli duruma gelen personelin, sakatlandığı işyerinde engelli kadrosundan çalışmaya devam etmesi birinci önceliktir. Engellilik durumunun ispatlanması ve onaylanması için başvurulması gereken adres ise İş ve İşçi Bulma Kurumu olarak belirlenmiştir. Bu kuruma başvurulması esnasında gerekli olan belgeler şunlardır:

* Vesikalık fotoğraf-Dört tane (Siz yine de yanınızda yedek bulundurunuz)

* Nüfus kağıdının aslı ve önlü arkalı fotokopisi

* En son mezun olduğunuz okuldan aldığınız diploma

* Sahip olduğunuz yetkinlikleri ispatlayan sertifika ve diplomalar.

-Çalışılan işyerine girişte engel düzeyi yüzde kırk olup da sonrasında olumlu bir gelişme gösterip engellilik düzeyi düşen personelin işten çıkarılması kati surette söz konusu değildir.

-Yukarıda saydığımız durumları ihlal eden, ayrıca engelli personel çalıştırma zorunluluğu bulunup da bu kurala uymayan yetkililer ve işletme sahibi hakkında soruşturma açılır ve engelli personel çalıştırılmayan her 30 günlük süreç için para cezası ödemekle mükellef tutulur.

Engelliler ve Ayrımcılık

Buyük sorun: engelliler = ayrımcılık bu 2 kavram engelli sorunları tartışılırken sık sık bir arada kullanılır oldu. Engelliler sitesi olarak engelliler ve ayrımcılık konusuna değinmek istedik.

GİRİŞ:

Farklılıklar özünde yadırganacak durumlar değildir. Çünkü farklılık, biz insanların doğasında vardır. Bu fark yalnızca özürlü olmakla değil; pek çok açıdan birbirimizden farklıyız. Hepimizin farklı özellikleri, farklı gereksinimleri var. Güçlerimiz de zayıflıklarımız da farklı. Bu yüzden hepimizin içinde yaşadığı toplum, birkaç kişinin ya da belirli bir kesimin özellikleri temel alınarak şekillendirilemez. Özürlü insanların ihtiyaçları en az özürlü olmayan insanların ihtiyaçları kadar, toplumun düzenlenmesini etkilemeli[dir]. Bu da onların özel bakım isteğinden değil, onlar da herkes gibi toplumun bir parçası olduğundan yapılmalıdır. (…) Herkes, ‘yaptığı hizmetlerden’ özürlülerin de yararlanmasını sağlamaktan sorumludur.  Bu sorumluluk herkesindir. Bu sorumluluk doğal ve sürekli bir sorumluluk olarak algılanmadıkça, yerine getirilemez.

(…)

Özürlünün karşılaştığı ‘engelin’ temelinde, sahip olunan ‘özür’ değil; özrün yarattığı farklılığı bahane eden toplumun, özürlüye karşı geliştirdiği ‘engelleyici tutumlar’ yatmaktadır.

Ayrıca özürlülerin kendileri de, sahip oldukları farklılığı, farklı davranmanın ve kendilerine farklı davranılmasının haklı bir gerekçesi sayarak (zaman zaman bunu bir kazanç sayarak) ayrımcı uygulamaları pekiştirecek tutum ve davranışlar içerisinde olabilmektedir. (…) Bu anlamda özürlüyü kendisinden gelecek ayrımcılığa karşı da korumak gerekmektedir.

(…)

Özürlüler gündelik yaşamlarında (…) sayısız ayrımcılık örnekleri yaşamaktadır.

(…)

Özürlülere yönelik ayrımcılığın önlenmesinde en etkili unsur, onları iş yaşamına sokmak, üretken kılmaktır.

(…)

Unutulmamalıdır ki özürlülerin istihdamı önündeki en büyük engel, önyargıdır; önyargıyı aşmanın en etkili yolu da çalışma yaşamında gösterilecek başarıdır.

(…)

Farklı olmak “farklı muameleye tabi tutulmanın” haklı gerekçesi olamaz. Engelliler de herkes gibi, başka hiç bir sebeple değil; salt insan oldukları için onurlu bir yaşamı hak etmektedirler. Bunun için toplumsal yaşama tam katılımın önündeki her türlü engel kaldırılmalı ve eşitlik ilkesi gereğince yaşamın tüm alanlarında desteklenmelidirler.

Oysa engelliler genelde görmezden gelinen, acınan, evde, sokakta, işyerinde, vb. koruma altında bulundurulması gereken kişiler olarak algılanmaktadırlar. Engellilere yaklaşımda dinsel-geleneksel kökenli ‘vicdani yaklaşım’ bireysel, korumacı ve bastırıcı bir tutumdur. Bu yaklaşıma göre iyi bir toplumda, iyi bir insan ‘muhtaç’ kişileri de düşünür. (…) böyle yaptığında engelliler için toplumsal görev yerine getirilmiş olmaktadır. Çağdaş yaklaşım ise insanların bu türden duygu ve düşüncelerini reddetmez; ancak insanların sorunları ve gereksinimleri karşısında sorumluluğu ağırlıklı olarak kamuya (sosyal devlete) yükler.  (…) Bu sorumluluk ise tek tek bireylerin, grupların, toplulukların… farklı nedenlerden kaynaklı ve tümüyle kendi inisiyatifler, içerisinde gerçekleşen ‘iyilik yapma’ dürtülerine bırakılamaz. Bunları bir hak olarak tanımlıyorsak [ki böyledir] hakkın yerine getirilmesinde bir de ‘muhatap’ bulunmalıdır; o da devletten başkası değildir.

Bu anlayışla bakıldığında, devleti sosyal sorumluluklarında uzaklaştırma ve yerine ‘sivil toplumu’ ikame etme yönünde son yıllarda giderek artan çabaların özünde çağdaşlık karşıtı çabalar olduğu hemen fark edilecektir.

(…)

“Kimsenin yarın engelli olmayacağının garanti edilemeyeceği” gerçeğinin sık sık anımsatılması üzerine bina edilen, korkuya dayalı davranışlar yerine; başkalarına karşı da sorumlu olduğumuz bilinci konulmalı ve bu bilincin gereği olan kamusal sorumluluklar yerine getirilmelidir.

Ayrımcılıkla Savaşım

(…)

Öncelikle sorunların çözümü için gerekli iradenin varolması gerekir. Odağına insanı alan bir yaklaşımla, çözüm üretme ve uygulama sürecinde, sorunun etkilediği tüm tarafların etkin katılımına başvurulmalıdır.

(…)

Ayrımcılıkla savaşımda, öncelikle böyle bir olgunun varlığının kamuoyunca bilinmesi büyük önem taşımaktadır. (…) Günümüzde, burada sözü edilen toplumsal farkındalık olgusunda ‘medyanın’ rolü büyüktür. Ancak özürlülere yönelik ayrımcılık konusunda medyanın soruna daha çok acıma duyguları içinde yaklaştığı, sağlıklı bir ele alış üretmediği bilinmektedir. Bu anlamda öncelikle medyanın yaklaşımı düzeltilmelidir.

(…)

Ayrımcılığın önüne geçilebilmesi için eğitime büyük önem verilmelidir. (…) Ayrımcılıkla savaşımda en önemli konu, bakış açımızın genişletilmesidir. Bu amaçla, ayrımcılık karşıtı bir eğitim sistemi kurmak ve özellikle de çocuk yaşta eğitime önem vererek, toplumsal yaşamın her alanında ayrımcı uygulamalara izin vermemek gerekir.

(…)

Engellilere yönelik ayrımcılık, toplumun gündemine yerleştirilmeli ve toplumun kendi kendini sorgulaması için bir yol açılmalıdır.

(…)

Ayrımcılığı yaratan maddi koşulların olabildiğince ortadan kaldırılması ve doğal kabul edilebilecek farklılıklardan bir ayrımcılık türetilmemesi için ayrımcılık karşıtı bir bilincin geliştirilmesi gerekir. Bu doğrultuda temel kabul, herkesin farklı ve herkesin eşit olduğuna olan inançtır

Engelli bireylerin cinsel yaşamı ve cinselliği algılaması

Cinsellik yemek yeme su içme nefes alma gibi doğal bir ihtiyaçtır.

Engelli olsun normal olsun her birey cinsiyeti ile doğar. Cinsiyet kelime anlamı olarak ”dişi” veya “erkek” olma şeklinde açıklanabilir.Cinsel kimlik ise kişinin cinsiyetinden haberdar olması ve cinsiyetine uygun davranışlar göstermesidir.Bu noktada kişinin kendi cinsiyetinden memnun olması, böyle yaşamaktan mutluluk duyması çok önemlidir.

Zihinsel engelli çocuk ve gençlerde cinsel gelişime baktığımızda normal gelişim gösteren çocuklarla aynı sırayı izlediği ancak zihinsel gelişim düzeyine bağlı olarak daha yavaş ve geriden takip ettikleri görülür. Gerçekte cinsel eğitim doğumla beraber başlar.Erişkin yaşına hatta ölüme dek aile ve toplum içinde sürer.Erişkinlik döneminde de insanların bilgiye ve desteğe ihtiyaçları bitmez. Ancak maalesef erişkinler bunu dile getirmekte zorlanır ve yardım istemekten çekinirler.Oysa küçük yaştan itibaren cinsel konularda sorulan sorular cinsel eğitimin en önemli parçasını oluşturur.

Çocuklar önce cinsiyetle ilgili fiziksel farklılıkları fark ederler. ”Neden babaların bıyıkları var?”, ”Neden babalar etek giymez?”, “Neden kızların pipisi yok?” gibi sorular ilk sorulardandır. Bu, anne-babanın da cinsiyetle ilgili ilk kez bilinçli davranışta bulunduğu andır. Çünkü bu ana kadar cinsel eğitimin bir anlamda gizli kaldığını, su üstüne çıkmadan sürdüğünü söyleyebiliriz.

Çocuğun çevresinde yaşı yakın kardeşler, akraba veya komşu çocukları varsa cinsel konularla ilgili soruları daha erken sorabilmektedirler.

Aslında tüm yaşlarda sorulan cinsel sorular için en önemli nokta anne-babanın soruları cevaplarkenki tutumlarıdır. Çocuğu kesinlikle ayıplamamak, azarlamamak, susturmamak gerekir. Bu şekilde davrandığımızda çocuğumuz bu soruların sorulmaması gerektiği fikrine kapılır ve cevapları başka kişilerde arayabileceği gibi gözetleme veya deneyler yapma yollarına da başvurabilir. Bu da cinsel eğitimin anne-babanın kontrolünden çıkması, bir anlamda istemediğimiz bir yöne gitmesi demektir.Oysa her aile çocuklarına kendi aile yapısı ve kültürü doğrultusunda bir cinsel eğitim vermek ister.

Zihinsel engelli çocuk ve gençlerde cinsel gelişim incelenirken takvim yaşları değil gelişim düzeyleri dikkate alınmalıdır.Bu şekilde değerlendirildiğinde anne-baba veya eğitimcilere sorun gibi görünen pek çok durumun gerçekte sorun sayılamayacağı anlaşılır.Örneğin takvim yaşı 15, ancak zihinsel düzeyi altı yaş olan bir genç cinsel organlar, göğüsler, bebeklerin nasıl doğduğu ile ilgili sorular sorabilir.Bu sorular altı yaş zihinsel düzeyi için beklenen normal sorulardandır. Bu çocuklara gelişimsel düzeylerine uygun eğitim ve tepkiler verilmelidir. Zihinsel engelli çocukların genelde yaşıtlarından daha fazla cinsel ilgileri olduğu, daha fazla cinsel içerikli davranışları olduğu düşünülür.Oysa bu çocuklar cinsel içerikli davranışların nerede, ne zaman, hangi durumlarda uygun olup olmadığını bilemedikleri için yani bir anlamda cinsel tipli davranışlarını kontrol edemedikleri için böyle algılanmaktadırlar.

Herhangi bir davranışı sorun olarak tanımlamadan önce çocuklar için uygun olduğunu düşündüğümüz davranışları hatırlamakta yarar vardır.Çocuklar için uygun olduğunu düşündüğümüz bazı davranışlar şunlardır:

*Cinsel organlar, göğüsler hakkında soru sormak.
*Banyo yapan birini gördüğünde ilgi ile izlemek.
*Doktorculuk oynamak.
*Evcilik oynamak, anne-baba ve değişik rolleri üstlenmek.
*Bazen çok heyecanlı, gergin, korkmuş iken cinsel organına dokunmak.
*Arkadaşları ile cinsellik hakkında konuşmak.
*Kızsa erkek, erkekse kız arkadaşı olduğunu söylemek.
*Giyinirken veya banyo yaparken yalnız olmak istemek.
*Ayıp şakalar ve sözler duyduğunu söylemek, bunları tekrar etmek istemek.
*Cinsler arasındaki farkları merak etmek.
*Karşı cinsten birini rol gereği taklit etmek.
*Hayvanların üremelerini incelemek.
*Diğer çocukları ve yetişkinleri öpmek, onların kendisini öpmelerine izin vermek.

Tüm bu sayılanlar çocuğun gelişim düzeyine göre normal sayılabilecek davranışlardandır. Herhangi birini problem olarak tanımlamadan önce bazı noktalara dikkat edilmelidir. Bunlar:

*Zekâ düzeyine uygunluk,
*Şiddet,
*Sıklık ve sürekliliktir.

Örneğin:

Cinsel organlar, göğüsler ile ilgili soru sormak normal davranışlardandır.Ancak çocuğun çok fazla bilgi sahibi olmak istemesi, sürekli bu konuyu gündeme getirmesi veya tam tersi, cinselliğe ilişkin korku ve kaygı göstermesi dikkat edilmesi gereken durumlardır.

Doktorculuk oynamak normal sayılırken başka hiçbir oyun oynamak istememek, diğer çocukları doktorculuk oynamaya zorlamak, bunun için fiziksel veya sözel baskı yapmak problem durum yapılabilir.

Bir oyunda karşı cinsi taklit etmek normal sayılır ancak sürekli karşı cinsin rollerini istemek ve kendi cinsinden olmaktan hoşlanmamak problem sayılabilir ve özel yardıma gereksinim duyulabilir.

Çocukta problem sayılabilecek bir cinsel davranış varsa gizlemek, görmezden gelmek yerine profesyonel yardıma başvurmak, tedbirler almak gereklidir.Cinsel eğitimin problemleri önleyebileceği, azaltabileceği, çözümlere yardımcı olabileceği unutulmamalıdır.

Engelli çocuklara cinsel eğitim verirken bazı zorluklarla karşılaşılmaktadır. Örneğin bazı çocuklarla göz kontağı kurmada güçlük çekilebilir; bazıları konuşma problemi nedeni ile soru soramaz veya sorulan soruları cevaplayamazlar. Ayrıca özrün tipi ve derecesine göre çok tekrar gerekebilir. Bunların yanında bir konuya da dikkat edilmelidir.Bu çocuklara cinsel konularda eğitim verirken üstü kapalı bir anlatım, gizli kelimeler, yapmacık benzetmeler kullanılmamalıdır.Somut, açık, net, onların yanlış yorumlamasına izin vermeyecek bir anlatım kullanılmalıdır.

Zihinsel engelli çocuk ve gençlerin giyim tarzına da dikkat edilmelidir.Bazen takvim yaşı büyük engelli çocuklara çok bebeksi kıyafetler giydirildiği, saçlarının bebeksi bir modelde tarandığı görülmektedir.Bu da çocukların çevre tarafından algılanışlarını etkileyebilmektedir. Aileler bu konuya dikkat etmelidirler.

Maalesef, zihinsel ve fiziksel engelli çocuk ve gençlerin cinsel hakları olduğu unutulmakta, cinsel konulardaki bilgi gereksinimleri, cinsellikle ilgili duygu ve düşünceleri çoğu zaman gözardı edilmektedir.

1960’lara kadar toplumlarda bu konuda tamamen baskıcı ve olumsuz tutumlar gözlenmekteydi.Kaynaştırma akımının gündeme gelmesi ile engellilerin de cinsel yaşam ve cinsel eğitim alma hakları olduğu konusu önem kazanmıştır.Bunun yanında yaklaşık olarak son on beş yıl içinde cinsel taciz konusu ve AIDS tehlikesinin gündeme gelmesinden sonra sağlıklı cinsel eğitim programlarının hazırlanması gerekliliği vurgulanmıştır.Bu programlarda sadece cinsel yaşam ile ilgili bilgiler değil, sosyal ilişkiler ve kendine güvenin geliştirilmesi amaçlarının da yer alması gerektiği savunulmaktadır. Engellilere verilecek cinsel eğitimin bir amacı da toplumsal yaşam içinde çıkabilecek problemleri önleme ve aynı zamanda yaşam kalitesini daha iyi bir düzeye getirmek olmalıdır.

Normal ve engelli çocukların cinsel eğitim programlarına alınacak bazı başlıklar şunlar olabilir:

* İnsan gelişimi
– Vücut algısı
– Fiziksel, duygusal, sosyal, zihinsel gelişimin desteklenmesi
– Cinsel kimlik kazanımı

* İlişkiler
– Aile içi ilişkiler
– Arkadaşlarla ilişkiler
– Karşı cins ile ilişkiler
– Aşk/sevgi

* Kişisel beceriler
– Karar verebilme
– İletişim kurabilme
– Kendini ifade edebilme
– Sorunları çözebilme
– Yardım isteyebilme

* Cinsel davranışlar
– Masturbasyon
– Cinsel taciz
– Üreme
– Korunma

* Toplum ve kültür
– Cinsel roller

Pek çok araştırmacı yaptıkları çalışmalarda engelli bireylere cinsel konularda yeterli bilgi verilmediğini bulmuşlardır.Normal çocukların arkadaş ve anne-babadan bilgi alma şanslarının engelli çocuklardan daha yüksek olduğu bilinmektedir. Gerçekten de engelli çocukların yeterli arkadaşı yoktur. Pek çoğu özel bir eğitim programı içindedir ve ayrıca bilgiyi ve olayları anlama ve değerlendirmede sınırlılıklar vardır.Anne-babasından da bilgi alamayan engelliler için bilgi alma kaynağı olarak medya görülmektedir. Oysa çocuk ve gençlerin medyadan bilgi almasının bazı tehlikeleri vardır.Medyadaki tüm modellerin doğru olduğu söylenemez ayrıca çocuğun soru sorma, merak ettiklerini tartışma şansı yoktur.Bu nedenle anne-babalar engelli çocuklarının cinsel eğitimine gereken önemi vermelidirler.

Eğitimcilerin yakındıkları konulardan biri de küfür etmek, argo kullanmak veya küfür niteliğinde hareketler yapmaktır.

Zihinsel engelli çocukların küfür etmeleri ve argo kullanmalarının nedenlerinden bazıları şunlar olabilir:

* Çocuk evde anne-baba, kardeşlerinden veya okulda arkadaşlarından duyuyor olabilir.
* Kullandığı kelimenin anlamını bilmiyor olabilir.
* Kullandığı kelimenin karşısındakini inciteceğini bilmiyor olabilir, söylemek istediği şey için uygun kelimeyi bulamamış olabilir.
* Karşısındakini gerçekten kırmak, incitmek istiyor olabilir.
* Anne-babasının ilgisini çekmek için kullanıyor olabilir.

Aslında hemen hemen tüm çocuklar küfür ya da argo sayılabilecek pek çok sözcük bilirler.Ancak zihinsel engelli çocuklar nerede kullanıp nerede saklayacaklarını denetleyemedikleri için daha çok kullanıyor gibi algılanabilirler.Aileler öncelikle kendileri iyi modeller sunmaya dikkat etmelidirler. Çocuğun kelimenin anlamını bilip bilmediği ve biliyorsa neden kullanmak istediği gözlenmelidir. İstenmeyen sözcük yerine kullanabileceği seçenekler sunulmalıdır. Bu alternatif sözcük çocukla beraber bulunabilir.

Ergen yaştaki engelli kızlar için en önemli konu menstruasyondur. Genç kızlar mutlaka konuyla ilgili önceden bilgilendirilmeli, psikolojik olarak hazırlanmalıdırlar.Vücudunun büyüyüp olgunlaştığı için bu olayın yaşandığı, artık genç kızlığa adım attığı anlatılmalı ve bunun yanında bakım ve temizlik konusunda da rehberlik edilmelidir.İlk menstruasyon erkeklerin erkekliğe adım atması sayılan sünnette olduğu gibi minik bir kutlama ile kutlanabilir.

Cinsellik, yaşamımızın ve kişiliğimizin çok önemli bir parçasıdır. Normal ve engelli tüm bireylerin cinsel konularda bilgilendirilmeye ihtiyaçları olduğu ve tabii ki yaşlarına, toplum içindeki konumlarına, ahlâkî değerlerine ve bireysel özelliklerine göre değişse de cinselliği yaşamaya hakları olduğu unutulmamalıdır.

Engellilerin Aile ve Aile Bireyleri ile ilişkisi

Engelli olmak başlı başına bir sorun ken, engelli bireyler zaman zaman aile leriyle çatışma yaşayabilmektedir.

Aile, toplumun en küçük ve temel birimidir. Ancak aile yapısı ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılık gösterir. Böyle farklılıklar olsa da aile temel bir yapıdır ve bu yapı hep esas olandır.

Bilindiği gibi ailenin temel yapısını da çocuklar oluşturur. Çocuklar, aile yapısının korunması ve soyun devam etmesi görevini üstlenir. Doğal olarak da beklenti sağlıklı bireylerin dünyaya getirilmesidir.

Yeni evlenen bireylerin aileleri, evlilikten hemen sonra bebek haberi almayı beklerler. Beklentinin sebebi de soyun en iyi şekilde devam etmesini sağlamaktır.

Tabiî ki hiçbir anne baba bebeğinin engelli doğabileceğini düşünmek istemez. Bebek ne kadar can yakın ve yetenekli olursa olsun, herhangi bir engelinin bulunması istenmeyen ve beklenmeyen bir durumdur. Doğacak bebekten beklenti en az kendileri kadar sağlıklı olabileceğidir. Ancak bebek herhangi bir engelle doğmuşsa ilk yaşanan şok, kabullenememeleridir. Çünkü henüz bebek daha doğmadan geleceğine yönelik hayal kurulur. Ne tarz giyineceği, hangi futbol takımını tutacağı, hangi okullara gideceği ve hatta hangi mesleği seçeceği bile önceden düşünülür.

Bir bebeğin dünyaya gelişi herkese umut ve neşe verecektir. Sağlıklı bir bebek görmeye gelinilir, hediyeler vs. getirilir. Ama eğer bebek engelliyse aile üzüntü, acıma, öfke gibi olumsuz duygu ve düşüncelere kapılır. Bebeğin doğum haberini ilk aileye veren kişinin, engelli bir bebeğin doğduğunu söylerken gösterdiği tepki de çok önemlidir.

Bir anne yaşadığı olayı şöyle ifade etmiştir; “hemşire, bir kızım olduğunu sinirli bir tavırla söyledi bana. Yani “harika bir kızınız oldu” demedi ve kızımı aceleyle kucağıma bıraktı. Doktorlarda yanımda uzun süre kalmamaya gayret etti. Kocamla birlikte kızımızın yüzüne, tıpkı hemşirenin bize baktığı gibi göz ucuyla çarçabuk bakıp kafamızı çevirdik. Şimdi kendimi affedemiyorum. Kızım o kadar tatlı ki” ( Sinason, 2002:30 )

Yani yaşanılan ilk şokla doğan ‘kabullenmeme’ durumu git gide ‘ unutulmaya’ kadar gidiyor. Çünkü kabullenilmeyen bir bebeğin unutulmaya çalışılması bir kurtuluş gibi görülür.

Engelli bebek üzüntü verdiği anne ve babasının gözlerinden bunu fark eder. Yani bebek kendini üzüntü veren olarak görmeye başlayacaktır.

Yine bir anne engelli bebeğiyle arasındaki ilişkiyi şöyle anlatmıştır; “Mary 10 haftalık olunca küçük bebekleri olan bazı dostları ziyarete gitmiştik. Öteki bebeklerin tümü annelerine gülümsüyor ve anneleri de onlara aynı şekilde karşılık veriyordu. Birdenbire küçük Mary’nin hiç gülümsemediğini ve gözlerimin içine baktığını fark ettim. Öteki mutlu bebekleri izlerken, Mary’nin huzursuzluğunu algıladım ve hem kendimin hem de kızımın ne denli mutsuz olduğunu fark ettim. Bir anda kalbim Mary’ye karşı sevgiyle doluverdi. Onu sımsıkı kucakladım ve onu çok sevdiğimi söyledim. Konuşmaya başladığım zaman başka tarafa bakıyordu. Ama sonunda şaşkın bir ifadeyle bana dönüp yüzüme baktı. Belki de ilk kez birbirimize bakıyorduk. Bir hafta sonra Mary de gülümsemeye başladı.” ( Sinason, 2002:36–37)

Yani anne ve bebek arasındaki ilişki anne karnında başlayıp devam etmektedir. Anne ve bebek arasında kurulan sıkı bağın, bebeğin gelişiminde önemli bir payının olduğu bir gerçektir. Tıpkı annesinin kendisini sevdiğini anlayan Mary’nin gülümsemeye başlaması gibi.

Engelli bir bebeğe sahip olmanın yarattığı diğer bir etki de eşler arasında yaşanan gerginliktir. Bebeğin ciddi bir engelinin olması eşler arasında boşanmaya bile yol açmaktadır. Çünkü baba, o çocuğu kendindeki bir sorunun sonucu, cinsel gücünün yetersizliği olarak görmektedir. Hatta kendi çocuğuna bakmak bile istemez.

Bazı çiftler de boşanmasa bile, baba ya evi terk eder ya da tüm sorumluluğu anneye bırakır. Fakat bunların yanı sıra engelli bebeğin yetiştirilmesinde, bebeğin her şeyiyle ilgilenip anneye yardımcı olan babalar da vardır.

Engelliler ile ilgili bir kuruluşta çalışan Coroham, “neden bilmiyorum ama Derek’in engelli olması benim için önemli bir sorun değildi. Karımın hamileliği boyunca henüz doğmamış bebeğimle aramda bir bağ kurulmuştu ve herhangi bir terslik olsa bile onu seveceğimi biliyordum. Doğumdan sonra ancak iki hafta izin alabildim, ama her akşam işten eve gelince bebeğin bakımını üstlenerek karıma yardımcı olmaya çalıştım. Kendi işim nedeniyle, babaların her şeyden ellerini çekip çocukların bakımını tümüyle eşlerine yıktıklarını görüyordum. Bu durum bebeğin gelişmesini güçleştiriyor. Ben oğlumun tümüyle bağımsız olmasını istiyorum ve bunu sağlamak için de ona yeterli zaman ayırmaya çabalıyorum.” diye açıklamıştır görüşlerini. ( Sinason,2002:38)

Farklı bir durum da engelli bebek, eşler arasında cinsel gerginliğe yol açar. Hatta bazı ilkel düşünceye göre, bebek anne ve babanın sevişmesi sonucunda oluştuğu için cinsel birlikteliğin sakıncalı olduğudur. Böyle ilkel düşüncelerin yok olmasını sağlayacak ise aile kuruluşlarıdır. Bu kurumlar anne ve baba olmanın, aile olmanın gerektirdiklerini ve yapılması gerekenleri açıklar. Zaten yapılan hataların, endişeye kapılmanın en büyük sebebi bilgisizliktir. Bu bilgisizlik beraberinde acıma duygusunu getirir.

Engelli çocuğu kabullenemeyen aileler, çocuğu ile iletişim kanallarını kapatır, etkili bir iletişimden uzak kalan çocuk ise daha öncede belirttiğim gibi mutsuz olur. Yani çocuk sorunlu bir aile ortamında büyür. Aile onun isteklerine duyarsız kalır. Zaten ailelerin karşılaştığı en büyük sorun çocuğun kabullenilmesi ve engelinin anlaşılmasıdır. Çünkü bu sorunlar aşılırsa hem çocukla güçlü bir iletişim sağlanır, hem de böylece gelişimi hızlanır.

Engelli çocuğunu kabullenemeyen aileler, onu dışarı çıkarmazlar, eve hapsederler. Bu durumların önüne geçilmesi için ailelere uzmanların desteği sağlamalıdır. Böylece kabullenme süreci aşılmış olacaktır.

Aileler engelli çocuklarının istekleri doğrultusunda, daha doğrusu konan engel türünün teşhisi doğrultusunda kendilerini geliştirmeli, yeni uygulamalar bulmalı, onlara nasıl yardım edeceklerini belirlemelidirler.

Diğer bir aile modeli de “kabullenen” ailelerdir. Çocuklarına konan engelli tanısından sonra bu engel ile barışık yaşama yolunu seçerler. Aile üyelerinin birindeki bir engel tüm aile bireylerini etkilediği için, tüm aile fertlerinin bu durumla barışık yaşaması gerekir. Kabullenen ailelerde karmaşık duygulardan uzaklaşma görülür. Böylece duruma uygun davranıp, çözüm üretebilme sürecine geçmiş olurlar.

Ailede engelli bir çocuk iki alanda etkili olur. Bunlar duygusal ve ekonomiktir. Ekonomik açıdan engelli çocuğa daha çok kaynak ayrılması, diğer çocuklarda olumsuz düşüncelere yol açabilir. Ayrıca çocuklar ailelerin zamanın çoğunu engelli kardeşlerine ayırmalarından hoşnut olmayacaklardır. Hatta kendilerini sevilmeyen, değersiz çocuk olarak görebilirler.

Böyle bir durumun yaşanmaması için aileler, engelli olmayan çocuklarına onu sevdiklerini ve onlar için önemli olduklarını hissettirmeleri gerekir. Zaten engelli olmayan kardeşle kurulan iyi bir iletişim, onun da aileye engelli kardeşi için destek olmasını sağlayabilir.

Engelli çocuğun her türlü gereksinimini karşılamaya çalışan annelerdir. Ama aslında baba da bu konuda anneye destek olmalıdır. Engelli çocuğun babanın gösterdiği ilgiyle, bu çocukların eğitim ve rehabilitasyonda daha başarılı oldukları görülmüştür.

Engelli bir çocuğa sahip olan ailelerin gösterdiği bir diğer tepki de onu normalleştirmeye çalışmalarıdır. Sinason şöyle demiştir: “bazen ana babalar çocuklarını alabildiğince normal görünebilmeleri için değiştirmeye çabalarlar, çünkü onların çok farklı görünmelerine dayanamazlar. Bir kısmı çocuklarının sonun da bu değişiklikten emin oldukları için öfke ve ıstıraplarıyla başa çıkabileceklerini bilirler.” (Sinason,2004:79)

Bu konuda ailelerin kapıldığı yanlış duyguları, yine engelli olan 23 yaşındaki Jeffrey hissettiklerini şöyle anlatıyor: “ Doktorlar ve fizyoterapistler sürekli olarak canımı acıtıyorlardı ve annemle babam da hiç ara vermeden bir şeyler yapmamı istiyorlardı. Ama daha sonra ilk doktorumu görmeye gittiğimde, hayretler içinde kaldığını fark ettim. Benim yürüyebileceğim doktorun aklına hiç gelmemiş.” (Sinason, 2004:79)

Genellikle de bir engelli çocuğun ameliyatı söz konusu ise, onun ne düşündüğü önemli değildir. Belki görünüş açısından değişiklik olabilir ameliyatla ama bu o çocuğun engelli olduğu gerçeğini değiştirmez. Zaten asıl olan da, ona göre hayat düzeni oluşturmak, çözüm önerileri getirmektir.

Araştırmalar da varılan genel yargıları şöyle özetlemek mümkündür.

Engelli çocuğa sahip annelerin yaşları genellikle 33–39 arasındadır. Bunun sebebi olarak da iş yaşamı ve sosyal çevre edinme durumlarının ortaya çıktığı görülmektedir.

Engelli çocuğa sahip annelerin eğitim durumları oldukça düşüktür. Genelinin ilkokul mezunu veya okuma yazma bilmediği görülür. Bu annelerin de engelli çocukları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları görülür.

Engelli çocuğa sahip annelerin genellikle de ev hanımı oldukları görülmektedir. Zaten bu durumda eğitim durumuna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Engelli çocuğa sahip babaların da genellikle işsiz oldukları, sağlık güvencesinin olmadığı yerlerde ve hatta kaçak olarak çalıştıkları görülmüştür.

Engelli çocuğa sahip ailelerin gelir düzeyleri de düşüktür. Engelli çocuğa sahip ailelerde engelin öğrenilmesinde ilk yaşanan şoktur. Bunun bazıları takdir-i ilahi, kimileri verilen bir ceza, kimileri de çaresizlik olarak algılar.

Engelli bir çocuğa sahip ailelerin yaşadıkları kaygı “ biz ölünce çocuğum ne olacak” tır. Onları emanet edebilecekleri bir yer olsun isterler.

Bu varılan genel yargılara getirilen çözüm önerileri ise şöyledir:

Engelli çocuğa sahip annelerin eğitim düzeyleri düşük olmasından dolayı, çocukların engelli hakkında yeterli bilgileri yoktur. Bu nedenlerle öncelikle bu annenlerin eğitimleri için projeler oluşturulmalıdır. Tüm engelli durumları kapsayan hem nedenleri hem de çözüm önerileri gibi konuları içeren seminerler düzenlenmelidir. Engelli çocuğa sahip aileleri her alanda ve anlamda biçimlendirmek ve onlara yardım etmek gerekmektedir. O annelere çevre ile uyumlu kendisi ile barışık olarak yaşamı öğrenme bilinci kazandırılmalıdır. Engellilik alanında yapılan bilimsel çalışmalar yakından takip edilmeli, elde edilen bilgilere tedavi programlarında uygulanmalıdır.

Engelli olmanın bir hastalık olmadığı, asıl amacının engelli çocuğun bağımsızlığını kazanabilmesi için kendisine yeterli hale gelmesi amaçlanmalıdır. Aile bu amaç doğrultusunda hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan hazırlanmalıdır.

Sonuçta bir engelli çocuğun sosyal yaşama kazandırılması görevi büyük ölçüde ailelere düşmektedir. Bunun yanı sıra ailelere bilgi verme, destek olma gibi alanlarda da kuruluşlara önemli pay düşmektedir.