Deri hücresinden damar üretilecek.!

ABD’de yapılan bir çalışma, donörlerden alınan deri hücreleriyle kan damarlarının üretilmesinin yolunu açtı.

Bilim insanları, hasta yerine donörlerden alınan deri hücreleriyle doku uyuşmazlığı ile doku reddini engelleyici ilaçlara ihtiyaç bırakmayan, bir soğutucu içinde muhafaza edilen, her an kullanıma hazır, çeşitli boy ve ebatlarda kan damarları üretilmesi hedefine ulaşmada önemli bir adım olarak değerlendiriyor.

Polonya’da laboratuvar ortamında üretilmiş kan damarları nakledilen 3 diyaliz hastasının, ameliyattan 2 ila 8 ay sonra doku reddi sorunuyla karşılaşmadan işlevlerini yerine getirdikleri, American Heart Association adlı tıp kuruluşu için dün görüntülü ve sesli internet ortamında yapılan bir bilimsel sunumla gösterildi.

Bilimsel çalışmayı San Francisco’da bulunan Cytograft Tissue Engineering Inc adlı hücreden doku üretimi mühendisliği şirketi yaptı. Şirketin şefi Todd McAllister, yaptığı açıklamada, ”Kan damarlarının, donörden alınan numune hücrelerle üretimi, maliyeti büyük ölçülerde azaltarak 6 ila 10 bin dolara indirdi” diye konuştu.

McAllister dünyada bu teknolojiden istifade edecek yüz binlerce hastanın bulunduğuna işaret etti.

Daha önce de hastaların kendi derilerinden alınan hücrelerle laboratuvar ortamında kan damarları üretilebiliyordu. Ancak bu yöntem çok fazla zaman ve para kaybına neden olması nedeniyle kullanışlı olmaktan çok uzaktı.

DİYABET HASTALARINDA KULLANILACAK

Kök hücresi kullanılmadığı için hiçbir ahlaki soruna da yol açmayacak bu teknoloji, kan damarları zarar görmüş diyabetli hastalar, uzuvları zarar gören askerler, by pass ameliyatı geçirenler ve diğer gruptaki hastaların tedavisinde kullanılabilecek.

Duke Üniversitesi doktorlarından, kalp uzmanı Robert Harrington çalışmayı, ”çok heyecan verici” olarak niteledi.

Diyaliz işlemi nedeniyle zarar gören kan damarlarının ”devasa bir kamu sağlığı problemi olarak ortaya çıktığına” işaret eden Harrington; Eğer şu an Avrupa ve Güney Amerika’da devam eden daha geniş çaplı bir çalışma da başarıya ulaşırsa ”bu çok büyük haber olur” değerlendirmesinde bulundu.

Bir Acıyı Yaşarken.!

Büyük trajediler, kayıplar, hayatı değiştiren ya da altüst eden olaylar karşısında, insanların benzer tepkiler verdiğini söyleyen bir makale okumuştum. Çok farklı sosyal sınıflardan, eğitim düzeylerinden ya da farklı kültürlerden insanların yakın davranış kalıpları içine girdikleri gözlemleniyormuş..

Elisabeth Kubler-Ross “On Death and Dying” adlı kitabında, insanların kayıplar karşısında beş aşamalı bir dönemden geçtiğini anlatıyor. Yazarın bu beş aşamalı acı dönemini daha sonra çok sık başka yerlerde de gördüm. Özgün düşünce kime ait bilmiyorum fakat böylesine basite indirgenmiş, anlaşılır kılınmış olması galiba hoşuma gitti.

“Acının 5 Aşaması” büyük trajediler karşısında aile fertlerinin yaşadığı duygu dönemlerini sınıflandırıyor fakat her dönemin ne kadar süreceği kuşkusuz bilinemiyor. Her birey için bu süreç farklı işliyor. Kitabın yazarı, bu dönemlerden birine takılı kalmanın ruhsal hastalıklara yol açacağı işaretini veriyor.

Travmalar karşısında şu beş aşamadan geçiyor insan;

1) Reddetme;

Kayıpların ilk şoku ile insan zihni ilk tepkiyi olayı anlamama ya da doğrudan reddetme şeklinde veriyormuş. Ani kazalar, sakatlıklar ya da hastalıklar karşısında da aynı tepkiyi veriyoruz. Çoğu insanın ilk tepkisi “Hayır, bu benim başıma gelemez” şeklinde oluyor. Benzer tepkiyi çok sevdiğim teyzemin hastalık haberini aldığımda vermiştim. Doktorların yalan söylediği, yanıldığı, bunun doğru olamayacağı gibi şeyler dışında bir şey gelmiyordu aklıma.. Bu zihinsel konumdan epey bir süre çıkamamıştım.

2) Kızgınlık;

Olayların gerçekliğini kabul etmeden önce girilen ikinci ruh hali kızgınlık oluyor. Bu kızgınlığı en yakınlarımıza, ailemize, dostlarımıza, hatta belki hastane personeline yansıtıyoruz. Olaylar kontrolümüzden çıktığında genelde verdiğimiz ilk tepki zaten kızgınlık oluyor. Bu dönemlerimizde bazen etrafımızdakileri fazlaca kırabiliyoruz; bu kırılmalar bazen düzeltilemeyecek boyutta olabiliyor.

3) Pazarlık;

Kızgınlık geçmeye başlarken, duruma uyum sağlama süreci burada başlıyor. Aslında bu sürece “pazarlık” adını verdim ama daha genel bir anlamda farklı neler olabilirdi sorgulamasının yapıldığı bir dönem olarak görmek gerekir. Örneğin, trafik kazası geçirmiş biri, o gün yola çıkmasaydı, farklı bir yoldan gitseydi, farklı yerde daha uzun bir mola verseydi gibi olasılıkları düşünüyor. Bu bir sorgulama dönemi.. Başka bir deyişle, adaptasyon için gerekli olan bir muhasebenin yapıldığı dönem.. Olayların nedenselliğini anlamak, kabul etmek için çok önemli bir ilk adım..

4) Depresyon;

Acının önemli bir bölümü psikologların “yas dönemi” diye adlandırdıkları bu aşamadır. Acı artık içselleştirilmiş, kişinin kendisine mal edilmiş, ruhsal etkileri başlamıştır. Bu dönemden çıkmak için, her şeyden çok, yakın dostların ilgisi ve sevgisi şarttır. Fazla zorlamadan günlük hayat ritmine dönmeye başlamak gerekir. Kanımca bu dönemi ilaç, içki ve bağımlılık yapan eylemlerden (örneğin aşırı televizyon seyretmek, aşırı yemek gibi) sakınarak geçirmek gerekir.

5) Kabul etmek;

Görüldüğü gibi bu aşamaya kolayca gelinmiyor. İnsanın yaşadıklarıyla, başına gelenlerle barışması, yeniden huzur bulması hiç kolay değil. Fakat bir kez bu aşamaya geldikten sonra, geri dönüp öfke, depresyon dönemlerine dönmemek gerek. Bu dönemde kendimizi belki biraz zorlayarak ileri bakmamız gerekir.

Şimdi böylesine basite indirgenmiş bir liste halinde önümüzde dururken, her şey daha kolay görünüyor. Madem ki yaşayacağımız aşamalar belli, neden kolayca son aşamaya geçip kabul edemiyoruz, diye sorabiliriz. Ne yazık ki bu sanırım pek mümkün olmuyor. Ruhsal gelişmeler her zaman belli bir süreç gerektiriyor. İnsanın acıya da, sevince de alışması zaman istiyor. Yaşanan değişimler mutlaka bir adaptasyon sürecine gereksinim duyuyor.

Ben hayatım boyunca her zaman, yaşadıklarımı (en kötü deneyimleri bile) bir öğrenme süreci olarak görmeyi sevmişimdir. Bu aşamaları yazmamın bir nedeni de sanırım bu oldu; hepimiz acı karşısında belli ruhsal ve zihinsel davranış kalıpları içinde davranıyorsak, bunları anlamak belki acımızı hafifletici bir unsur olabilir. Belki bu ruhsal aşamaları bilirsek, acımızla daha kolay baş ederiz. Ve travmalar karşısında daha güçlü olabiliriz.

Asuman Kafaoğlu Büke

Engelli Kişilerin Olumlu Yanlarının Farkında Olmak.!

Her insan doğuştan başkalarından farklı pek çok özellikle doğuyor. Bu özellikler bizi “engelli” kategorisine soksa da başkalarına kıyasla üstünlükler de sağlayabiliyor.  Bunları kişinin kendisinin, ailesinin ve yakınlarının bilmesi bu kişinin topluma kazandırılması açısından fevkalade önemli..

Bu yazımda bu özellikleri öne çıkarırken biraz da toplumda pek gündeme gelmeyen farklı birkaç engel grubu hakkında da bilgi vermeye çalışacağım.

Görme Bozuklukları

Doğuştan görme engeli olan kişiler dışında, sonradan, yani zaman içinde görme kaybına uğrayan kişileri bu grupta değerlendirebiliriz. Bu engel tam görme kaybı, tünel görüş, çift veya bulanık görme veya renk körlüğü şeklinde olabilir.

Görme engeli olan kişiler hayatlarını sürdürebilmek için birtakım çok önemli özellikler geliştirmişlerdir. Bu artı değerlerin farkında olmak gerekir;

•Beceriklilik; gündelik hayatı sürdürebilmek için değişik çözümler üretmek, bu konuda da yaratıcılığı kullanmak gerekiyor;

•Çok iyi dinleme becerileri; çünkü görme engeli olan kişiler için bilgi edinmenin esas yolu dinleme;

•İyi sözel beceriler;  çünkü beden diliyle ve yazılı yoldan bilgi aktarmak olanaksız;

•Bilgiyi iyi özümsemek  ve iyi bir hafıza; çünkü not tutmak, birşeylerin altını çizmek, sayfanın kenarlarına not yazmak, yani başka türlü görsel olarak yazıyı veya bilgiyi vurgulama olanağı yok;

•İyi sorun çözme becerileri; çünkü günlük hayatının bir parçası bu, ve bu becerilerini çalışmalarına yansıtabilir;

•Açık görüşlü ve dışa dönük olma; çünkü başkalarıyla çalışmaya, gerektiğinde yardım istemeye ve esnek olmaya alışıklar;

•Uyum sağlama; çünkü sürekli olarak (özellikle fiziksel çevrede) bilinmeyen unsurlarla karşı karşıya kalıyorlar;

•Çalışkan, düzenli ve titiz; bir görme engellinin düzensiz olma şansı yok. Bu nedenle herşeyin düzgün ve titiz bir şekilde ele alınması gerekiyor; 

•Öncelik belirleme; birçok işin üstesinden gelebilmek için herkesten daha fazla zaman harcaması , dolayısıyla çok iyi organize olması gerekiyor;

•Proaktif; hangi tarafa yöneleceği, ne yapacağı, nasıl yapacağı ve ne gibi yardımlar alacağı konularında son derece açık ve kararlılıkla davranması gerekiyor;

Fiziksel Engeller

Hareket kabiliyetinin zarar görmesi geçici veya kalıcı birçok nedene bağlı olabilir. Bunların etkileri ise dalgalı veya sabit olabilir, ya da zamanla kötüleşen bir seyir gösterebilir. Vücudun bazı bölümleri etkilenebileceği gibi tümü de etkilenebilir; ve bunların sonucunda hareketin kısıtlanması, zayıf el becerisi gibi çeşitli engellere yol açılabilir. Kas zaafiyeti, beyin felci, kısmi felç, adale kasılmaları, el titremeleri veya konuşma bozuklukları şeklinde kendini gösteren multipl skelroz, omurilik felci, çocuk felci gibi birçok engel bu kategoriye girer.

İnsanlar  nedense, bu tür engelleri olan kişilere karşı önyargıyla yaklaşır ve örneğin onların “yavaş öğrendiğini” düşünür. Oysa, bunun gerçekle hiç ilgisi yoktur. Fiziksel engeli olan kimseler başkalarına göre ne eksik ne de fazla zekâya sahiptir.

Cambridge Üniversitesinden Profesör Stephen Hawkins herhalde dünyanın en tanınan tekerlekli sandalye kullanan ve konuşma engeli olan insanıdır. Vücudunun hemen hemen hiç bir bölümünü kullanamamaktadır.Kozmoloji ve kuantum yerçekimi alanlarında özellikle kara deliklerle ilgili katkıları dolayısıyla ün kazanmıştır. Üstün yanlarını kullanabilmesi için kendisine teknolojiyle destek veren çevresi sayesinde fizik alanında çalışmalarını devam ettirebilmektedir.

Benzeri şekilde fiziksel engeli bulunan pek çok ünlü sporcuyu sayabiliriz. Bu kişilerin engellerine rağmen spor yapabilmelerinde, çevrelerindeki insanların onlara verdiği moral ve fiziksel desteğin önemli bir rolü vardır.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Daha çok okul dönemlerinde ortaya çıkan ve öğrenme sürecinde engel teşkil eden bir özellik..  Kişi odaklanmakta zorlanabilir, hatta gündelik işlerle uğraşmakta sıkıntı çekebilir. Çok çabuk sıkılabilir, sürekli bir işten bir başkasına atlayabilir. Ayrıca bir işle uğraşırken o işle ilgisi olmayan seslere ve görüntülere takılabilir.

Öte yandan bu kişilere artı değer sağlayan pek çok özellik vardır. İşte bunlardan bazıları;

“Büyük resmi” görebilme; detaylara dikkat; yaratıcılık; risk alarak önemli çözümler üretebilmek; yüksek enerji düzeyi; iyi müzakerecilik; güçlü sezgi – hızlı tepki..

Bir başka önemli özellik güçlü odaklanabilme becerisi (hiperodaklanma) –o denli güçlü olabiliyor ki kişi çevreden bile kopabiliyor. Örneğin bir kitaba, bir televizyon programına ya da internete odaklanıp yapması gereken işleri unutup, geçen zamanın bile farkına varamayabiliyor. Hiperodaklanma, üretici bir konuya yönlendirilebilirse gerçekten bu kişi için önemli bir artı sayılabilir.  

Otistik Spektrum Bozuklukları (OSB)

Otizm, Asperger Sendromu gibi farklı şekillerde ortaya çıkabiliyor.  Ortak özellikler olarak iletişim ve sosyal ilişkilerde yaşanan sorunlar ve hayal gücünde zorluklar olarak sıralanabilir. Sohbet başlatamamak veya bir sohbete katılamamak, bilindik jestlerin, mimiklerin veya ses tonunun ne anlama geldiğini anlayamamak, soyut kavramları ve espirileri anlayamamak, bunlara örnek olarak verilebilir.

İletişim sorunları yaşayanlarda kelimeleri veya cümleleri sürekli tekrarlama veya kelimeleri ya da deyimleri yanlış kullanma, alakasız şeyleri konuya katma (örneğin sürekli birden beşe kadar sayma), duyduğu bir kelimeyi tekrar tekrar söyleme gibi özellikler örnek olarak verilebilir.

Öte yandan OSB bazı artı özellikler sağlayabilir. Bunlardan bazıları;

•Olağanüstü iyi hafıza gücü ve/veya matematik, bilgisayar, resim gibi alanlarda doğal yetenek;

•Herhangi bir konuyu derinlemesine inceleyebilme, öğrenebilme;

•Yüksek motivasyon, iş yaparken bağımsız çalışabilme;

•Verilen bir hedefe odaklanarak azimle çalışabilme;

•Orijinal ve yaratıcı düşünce kalıpları;

•Çalışırken detaylara dikkat edebilme ve titizlik gösterme;

•Rutin işleri çok iyi yapabilme;

•İstekli, dakik, kararlı ve güvenilir;

•Kusur/hata bulma konusunda çok becerikli;

•İyi araştırma becerileri;

•Bazı konular hakkında derin bilgi sahibi;

•Çok iyi bilgisayar kullanma becerisi;

•Çok iyi arşivleme ve ayırma becerileri;

Disleksi

Disleksi en çok beynin lisanla ilgili kısımlarını etkiler ve bilgiyi işlemede farklılıklara yol açar. Bu da okuma, yazma, not tutma, hesap yapma ve kendini yönetme becerilerini etkiler. Örneğin, okuma sıkıntısı çekenlerde yavaş okuma, kısa sürede gözlerin yorulması, okuduğunu anlama ve akılda tutmada zorluk sayılabilir. Sözcükleri ters veya hatalı yazma (6 yerine 9, b yerine d, u yerine n, 38 yerine 83 gibi), bir yerde gördüğü sözcüğü bir yere yazarken hatalı yazma, aynı anda hem dinleyip hem not tutamama diğer yaygın belirtiler arasında yer alıyor.

Öte yandan disleksisi olan kişilerin bazı güçlü yanları vardır. Bunlardan bazıları;

•Yaratıcı ve özgün düşünce tarzı,  iyi bir hayalgücü;

•Stratejik düşünce ve sorun çözebilme yeteneği;

•Bütünsel düşünebilme; birçok şeyin nasıl birbirine bağlandığını görebilme, birşeylerin nasıl işlediğini anlayabilme yeteneği;

•Azimlilik ve çalışkanlık;

•Üç boyutlu, görsel uzamsal yetenek ve mekanik kabiliyet;

•Sanat ve/veya müzik kabiliyeti; Atletik yetenek;

•Çok iyi önsezi ve insan ilişkileri;

Burada sözünü ettiğim sınırlı sayıda engel grubu dışında farklı engel gruplarına ilişkin bilgilerin yer aldığı bir web sitesinden söz etmemde yarar var. www.q4s.eu veya www.engelsizegitim.com adreslerinden erişeceğiniz web sitesi, engelli gençlerin kendilerini daha iyi tanımaları ve çevrelerinden alabilecekleri desteklere, kendi kendilerine ne şekilde yardımcı olabileceklerine ilişkin yapıcı bilgiler sunmaktadır.

Engeli olan insanlara gerek ailelerinin daha küçük yaşta inançla ve azimle yaklaşarak onları topluma özgüvenli gençler olarak yetiştirmeye gayret etmesi, gerekse eğitim kurumlarındaki eğitmenlerin ve destek personelinin her engel grubunun özelliklerine göre gerekli uyarlamaları yaparak onların sağlıklı bir şekilde eğitilmelerini sağlamaları toplumumuzun %12sini oluşturan engelli insanımızın kazanılmasına yardımcı olacaktır. Kendi ayakları üzerinde duracak şekilde yetişmeleri ve yaşamlarını sürdürecek bir mesleğe sahip olmaları halinde de işverenlerin onları değerlendirirken engeline takılmak yerine hangi olumlu özelliklerinden ne şekilde istifade edebileceklerini düşünmeleri açısından bu bilgilerin önemli olduğunu unutmamak gerekir.

Zehra Eliçin

İnsan Hakları.?

İnsan hakları kapsamı geniş bir konsept ve ülkemiz bu anlamda küçüklü büyüklü pek çok olayla gündemde kalmayı başarıyor. Sanki konuşma doldurmak adına hazırda bekletilen bir konu gibi..

12 Haziran genel seçimleri yapıldı. Seçim konusu bir yana, bir de oy verme süreci var ki, o kendi başına ele alınması gereken bir olay.. Oy vermeye gidip de merdiven başında nasıl birkaç kat yukarı çıkacağını düşünen engelliler, yaşlılar, hastalar ya da ancak yakınlarının sırtlarında taşınmak suretiyle oy sandıklarına ulaşabilen insanlara rastlamamış olanlarımız var mı?

Bizzat şahit olduklarımız bir yana, gazeteler, televizyon haberleri ve internet siteleri yine bu durumları belgeleyen resimlerle dolu. Aslına bakarsanız yapılardan kaynaklanan problemleri sadece engelliler ya da hastalar ve yaşlılarla kısıtlamak da doğru değil.. Oy verdiğimiz okullarda her gün binlerce öğrenci öğrenim görmüyor mu? Bir insanın sadece genç olması hiçbir rahatsızlığı olmaması ve her türlü fiziksel aktivite mecburiyetinin altından rahatlıkla kalkabileceği anlamına mı geliyor?

Bu aksaklıklara sıcak faktörünü de eklemeden geçmemek lazım.. Her sene sıcaklar sebebiyle hayatını kaybeden birçok insanın haberini okuyoruz. Ancak durumun ciddiyeti sürekli göz ardı ediliyor. Oy kullandığımız okullarda klima yok.. Bu binaların içleri dışarıdaki havadan bile daha sıcak ve nemli.. Bırakın engellileri, hasta ve yaşlıları, sapasağlam insanların bile bu duruma dayanma şansları az.. Vatandaşlık görevimiz olan seçme hakkımızı kullanmak için bu derece işkence çekmeli miyiz gerçekten?

Seçim propagandalarının en ateşli hususlarından olan engelli hakları konusu hiçbir zaman popülaritesini yitirmezken, engellilerin çektikleri sorunların çözümüne yönelik önlemler alınamamasının mantığını anlamak çok güç.. Devletin bağladığı komik “maaşlar”la hayatlarını idame ettirmeye çalışan bu insanların çoğu, yetersiz sosyal haklar ve şehir mimarisinden kaynaklanan pek çok başka nedenden ötürü evden dahi çıkamıyor. Sürekli birilerine muhtaç halde yaşıyorlar; tabii buna yaşamak denirse..

Tüm bunların asıl üzücü tarafı, gerekli düzeltmelerin kolaylıkla yapılabilecek olması.. Konu neticede gelip insan haklarına, insana verilen değere bağlanıyor. Bahsettiğimiz konu ülkemizdeki insan hakları (ya da haksızlığı) tablosunun alışıldık, artık neredeyse önemsiz görülen bir tezahürü.. Sürekli tekrar eden durumların insanda yarattığı hipnotik etki bu konuda da karşımıza çıkıyor. Hissizleşiyoruz.. Belki de hükümetlerin en önemli görevlerinden birinin de vatandaşlarının hayatlarını kolaylaştırmak olduğunu yeniden hatırlamaya çalışmalıyız.

CHP’den milletvekili seçilen Şafak Pavey’in bir konuşmasında söylediği gibi, bu ülkede insanlar hala engelli çocuklarının ya da yakınlarının kendilerinden önce ölmesi için dua ediyor. Bunun ne demek olduğunu bir anlığına da olsa yürekten hissetmeye cesaret edebilen var mı?!

Nil SİBER