Düşünsel özgürlüğün,bedensel özgürlüğe dönüştürülmesi mücadelesinde (MALCOLM) X olmak.!

1950-1960 ‘lı yıllar da Amerika Birleşik Devletleri’nde, Vatandaş Hakları Hareketi, Zenciler, Latin Amerikalılar, Kızılderililer gibi çeşitli etnik ve kadın gurupları öncülüğünde, eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı, sesini yükseltmeye başlıyordu. Özellikle siyah Amerikalıların eşitlik elde etmek için verdikleri mücadele, 1960 yılların başında bir çok Amerikalı kadının istihdama katılması ama bunun yanında erkeklerden daha az ücret almaları, cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelenin hızlanması.. Amerikada yaşayıp İngilizce konuşmayan Küba, Meksika ve Orta Amerika’dan gelip İspanyolca konuşan halklara karşı uygulanan ayrımcılık.. Kızılderililerin özel yerleşim bölgelerinden çıkarılarak asimile edilmeye çalışılmaları gibi politikaların; ayrımcılığa karşı eşitlikçi Vatandaş hakları hareketine kazandırmış olduğu ivme yadsınamaz..

Vatandaş hakları hareketi siyahların hak arama mücadelesine küçümsenemeyecek bir katkı sunmuştur. 1960’lı yıllar siyahların hak arama mücadelesinin ivme kazandığı yıllardır. Bu hareketin iki önemli ismi Martın Luther Kıng ve Malcolm X ‘dir..

Özellikle Malcolm X gerek geçmişi, yöntemleri gerekse söylemleri ile siyah harekette özel bir yer tutmaktadır. Karizmatik kişiliği ve sokakların dilini konuşması kısa zamanda Malcolm X siyahların en güçlü liderlerinden biri haline getirmiştir. Martin Luther King Hıristiyan bir din adamı olmasına karşın.. Malcolm X gençliğinde hırsızlık, uyuşturucu gibi çeşitli ahlak kurallarına ters düşen bir yaşam sürmüştür..

Malcolm X ‘in hapishaneye girmesi ve orada “İslam Cemaati” ile tanışması düşünsel anlamda bir değişim geçirmesine neden olmuştur. Siyahların hak arama mücadelesinde artık en öndedir. Beyazlara karşı mücadele etmeleri gerektiğini, bunun yöntemlerinin beyazların kendilerine karşı davranışlarına göre belirleneceğini, gerekirse şiddete başvurulacağını savunuyordu. Cesur söylemleri siyahlar tarafından coşkuyla karşılanıyordu. Malcolm X siyasi mücadelesini Vatandaş hakları çerçevesinde yürütüyordu, siyahların da en az beyazlar kadar hakları olduğuna inanıyor ve yaşanan tüm sorunları siyah-beyaz renk ayrımına indirgiyordu. Malcolm X’in siyasal düşüncelerinin değişmesi ve yahutta yerli yerine oturması Hac için Mekke’ye gitmesinden sonraya rastlar.. Mekke’den eşine aynen şunları yazıyordu; “İnanamayacaksın ama; tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardaktan su içtim, ve aynı tabaktan yemek yedim. Hepimiz bir kardeştik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim.. Gerçek peygamberimiz olan Hz. Muhammed ırkçılığı yasaklamıştır..”

“Amerika’ya geri döndüğünde basına, ırkçılığı bıraktığını ,kendisinin yeni bir örgüt kuracağını, beyazların bu örgüte katılabileceklerini açıkladı..” Hak arama mücadelesinin öznesi, İnsandır. Siyah hareket, vatandaş hakları ekseninden çıkıp İnsan hakları eksenine oturmuştur..

Malcolm X artık olaylara sadece siyah-beyaz karşıtlığı olarak değil bir İnsan Hakları mücadelesi olarak bakıyordu. Siyah hareketin yeni ittifaklara ihtiyacı vardı, artık Halkların kurtuluşu sadece renklere indirgenemezdi. Malcolm X’e göre Vatandaş hakları eksenli mücadele manevra alanını daraltmakta, hak arama mücadelesini ulusal sınırlar içerisine hapsetmekte ve Sam Amcanın çıkarlarına hizmet etmekteydi. Özellikle Güney’de meydana gelen zenci hareketlerinin lideri Martin Luther King ile anlaşamıyordu, verdiği bir demeçte; “Nasıl o gün sadece köle efendisi olarak Tom Amca kullanıldıysa, bugün de eski efendinin zencileri var sahnede.. Modern Tom Amca’dan başka bir şey değiller..” Uzlaşmacı, pasifist siyah hareketi eleştiriyor ve onları siyahların mücadelesine ihanet ile suçluyordu. Siyah hareketin başarısı için mücadele Uluslar arası alana taşınmalıydı. İnsan hakları seviyesine çıkarılmış bir hareketin başarıya ulaşma şansının daha çok olduğuna inanıyordu. Malcolm X “Amerika’da eşitlik değil, kendi ırkının Afrikalıların yeni bir devlet kurmasını savunuyordu. Bunun için yeni ittifaklara ve zemine ihtiyacı vardı..

Bu zeminin aşağıda BM Antlaşmasının 1. maddesinin 2. ve 3. kısımları yer alan BM nezdinde bulunabileceğine inanıyordu..

2) Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek, ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak;

3) Ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede, ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak;

BM (Carter) antlaşmasından yola çıkarak Artık siyah hareketinin yeni müttefikleri, içsel anlamda Kızılderililer, İspanyolca konuşan Latin Amerikalılar ve Kadınlar, dışsal anlamda 3. Dünya Ülkeleri, Afrika, Asya, Latin Amerika ülkelerinde yaşayan halklar.. Yeni alanı ise Birleşmiş Milletlerdir. Hareket içselden-dışsala, yerelden-evrensele doğru yol almaktadır. Özellikle İnsan hakları hareketinin BM seviyesine çıkarılması ile dünyanın gözünü zenci hareketine çevireceğini.. ABD yasaları karşısında güçsüz durumda olan halkının, Uluslararası hukuk karşısında elinin güçleneceğine inanıyordu. Malcolm X’in bu çıkışının 1960’lı yılların koşulları düşünüldüğünde; eski sosyal hareket anlayışından sıyrılıp, yeni sosyal hareketin eylem biçimine dönüştüğünü söyleyebiliriz..

Her şeyden önce burada adına mücadele edilen özgürlüğün tanımının yapılması, bu tanımın zaman içinde ilave unsurlar edinip edinemeyeceğinin tartışılması gerekmektedir..

Özgürlük düşüncede başlayıp, eylemde ifadesini bulan yapısıyla, daha çok bir süreçtir. Bilgi düşüncede genişlemeyle eylemde de genişlemeye sebep oluyorsa daha çok bilen daha özgürdür. Oysa Özgürlük tanımı gereği tüm insanların eşit olarak sahip olması gereken bir olgudur. O zaman bilgi edinilecek, bu bilgi edinme özgürlük istemi olarak ortaya konulacak ve tanındığı zaman özgürlük unsuru olacaktır. Bilgi sonsuz olduğu için özgürlükte daima bir süreç olarak kalacaktır..

İnsan Haklarının değişmez öğesi özgürlük içerik olarak sürekli değişecektir. Yani özgürlük mücadelesi daima var olmalıdır..

Kölelerin sadece efendilerine olan bağımlılıklarından kurtulmaları bir dönem için özgürlük iken veya sadece oy kullanma hakkının kazanımı bir dönem için özgürlük iken bugün özgürlük daha fazla şey ifade etmektedir..

Tam istihdam, çalışma hakkı, eğitim hakkı, kanunlar önünde eşitlik ve çeşitli imkan ve ürünlerden eşit faydalanabilme hakkı gibi haklar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine girmiş durumdadır. Yani kısacası bugünün Özgürlük ve bağımsızlık tanımı nasıl dünün bağımsızlık tanımından farklıysa yarının bağımsızlık tanımından da öyle farklıdır..

Bütün bunların ötesinde insanın eylemlerinde bağımsızlaşması (Özgürlük anlayışı çerçevesinde) bir süreç iken, bağımlılık bugün sadece şekil değiştirmiş, yeni tip köleler yaratmıştır. Emeğini istemediği fiyata satmak zorunda olan bir işçi veya ihtiyacı olan para için fahişelik yapan bir kadının özgürlüğünden söz etmek anlamsızdır. O zaman özgürlüğün ya da bireysel bağımsızlığın ön koşulu sosyal organizasyon tarafından öncelikli olarak paraya olan bağımlılığın giderilmesidir. Yaşam hakkından söz ederken yaşamak için gerekli donanımlardan söz edilmemesi, bu söylemi sadece düşünce boyutunda özgürlüğe taşımaktadır. İnsan olmaktan kaynaklanan hakların ön koşulu iradenin serbestçe yansıyacağı bir yaşam standardının sosyal organizasyon tarafından insana sağlanmasıdır. Çalışma hakkı, çalışma karşılığı özgürlük sağlayacak bir ücret edinme hakkı herkese sağlanmalıdır. Paranın yarattığı bağımlılık giderilmeli, paraya dayalı oluşmuş eşitlik ilkesine aykırı durum düzeltilmelidir..

Aslında Malcolm X bu düşünceye çok yaklaşmış, hakları bireysel kalmak koşuluyla sınıf veya ırk temelinden kurtarıp evrensel değerler seviyesine çekmiştir. Fakat kaçırdığı önemli şey Özgürlük tanımının ancak mevcut bilgi ve koşullar çerçevesinde yapılabileceği fakat aslında bunun bir süreç olup zamanla hem tanım hem de gereklerinin değişebileceği olmuştur. Aynı kölelikte olduğu gibi..

Mevcut özgürlük sorunlarına çözüm sağlayabilecek uluslararası bir organizasyon varmıdır? Birleşmiş Milletler ne kadar etkindir bu konuda.. Uygulamalara bakınca Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan devletlerin bırakın yeni tanımlanacak özgürlükleri, bu Sözleşmede geçen özgürlükleri dahi tam anlamıyla sağlamadıkları ya da sağlayamadıkları görülmektedir. Buna karşın bireysel bağımsızlığın ön koşulu olan Çalışma Hakkı ve Ücret edinme hakkını lehlerine ihlal eden kesim uluslar arası yapılanmasıyla Globalleşme denilen organizasyonu hayata geçirmektedirler. Sermayenin örgütlenme şansı ile Emekçi, ufak esnaf veya köylünün örgütlenme şans ve becerisi eşit değildir. Sosyal düzen tamamen paraya köleleştirilmiş insan yaratmıştır. Seçme hakkı verilenler kimi seçerler? Seçebilecekleri kimlerdir? Seçilenlerin seçenlere karşı ne gibi sorumlulukları vardır? Denetim nasıl yapılacaktır? İnsana rağmen insanlar için ne demektir? Popülizm neden kötüdür? Tüm bu sorular tartışılması gereken sorulardır. Cevap Demokrasi ise; neden Demokrasi? Demokratik ülke varmı.?

Birleşmiş Milletler uluslar arası bir organizasyon olarak İnsan Hakları ihlaline karşı ciddi bir yaptırım gücü olmayan bir örgüt.. Haklılığın finans ve askeri güçle eşit olduğu bir yerde böyle bir yaptırım beklemekte hayal galiba..

Kısacası Özgürlük bir süreç; İnsanın bağımsızlaşma süreci.. Bu sürecin basamaklarıda Malcolm X’ler..

Her çağda insanların Malcolm X’lere, düşünce üreteceklere, sanatçılara ve Dünya’ya farklı bakacaklara ihtiyacı var..

Hasan Kaya

 

engelliler.gen.tr

Medyada Özürlülüğün Olumlu Sunumu.!

Halil Yılmaz Not:

Aşağıdaki yazılı metin doğrultusunda;

1) Size göre medyanın ‘kamu yararına’ yayın yapma, yapılan yayınların toplumsal etkilerini göz önüne alma gibi bir kaygısı olmalımıdır?

2) Bu güne kadar özel televizyon kanalları ve devlete ait TV kanallarında (TRT) özürlülerin sorunlarının ele alındığı sizi tatmin eden bir proğram izlediniz mi?

3) Medyada özürlülere ait yaşam hikayeleri anlatılırken sizi utandıran yada gururlandıran yaşam hikayeleri oldu mu?

4) Sizce, özürlülerin yaşadıkları sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların çözümünde medya ne kadar etkilidir?

*** *** ***

Özürlülerin farklı, “normal dışı” algılanması, kitle iletişim araçlarındaki sunum biçimlerini etkileyerek belli stereotipilerin geliştirilmesine yol açmıştır. Bu stereotipiler şüphesiz öteden beri toplumun özürlülerle ilgili geliştirdiği çeşitli mitlerin bir sonucudur.

Ancak bu stereotipilerin öne çıkarılması ve dolaylı ya da dolaysız vurgulanması olumsuz tutumları pekiştirici bir rol oynar.

Kitle iletişim araçlarındaki baskın görüntü, özürlülerin başarısız ve “trajik” bir yaşam sürdükleri, “normal” bir yaşam sürdürmenin yolunun insanüstü bir güç ve yeteneğe sahip olmaktan geçtiği görüntüsüdür.

Bu inançlar sonucu iki temel sunum biçimi ortaya çıkar;

Kurban ve kahraman..!!!

Kurban imajı, trajik, yardıma muhtaç ve acınası kişileri, kahraman imajı, neşeli, başarılı, iyiliksever kişileri yansıtmaktadır.

Kitle iletişim araçlarında özürlü kişilerle ilgili sıkça tekrarlanan stereotipileri şu şekilde sınıflayabiliriz;

* Zavallı ve acınası kişiler olarak özürlüler,

* Şiddet objesi olarak özürlüler,

* Uğursuz ve günahkar kişiler olarak özürlüler,

* Konuyu destekleyici veya biblo olarak özürlü kişiler,

* Süper yetenekli kişiler olarak özürlüler,

* Alay objesi olarak özürlüler,

* Kendine acıyan ve kendi kendinin düşmanı olan kişiler olarak özürlüler,

* Yük olarak özürlüler,

* Cinsel olarak anormal kişiler olarak özürlüler,

* Toplum yaşamına tam katılımda yetersiz kişiler olarak özürlüler,

* Normal bir kişi olarak özürlüler,

Medya stereotipileri ve önyargıları pekiştiren ya da toplumu özürlü kişileri anlamak ve olumlu tutumlar geliştirmek konusunda eğiten çok güçlü bir araçtır. Özürlü kişiler televizyon, radyo, gazete ve dergilerde olumlu sunulduğunda olumsuz tutumların değiştirilmesi yönünde önemli bir kapı açılmaktadır.

Bu kapsamda medyada özürlülüğün sunum biçimleri konusunda izlenmesi gereken temel stratejiler şunlar olmalıdır;

Odak noktası özürlülük değil insan olmalıdır. Özürlü kişilerin toplumdaki herhangi bir insandan farkı yoktur. Herkesle eşit, aynı insan ve vatandaşlık haklarına sahip, saygı görmeyi hak eden bireylerdir. Kariyerleri, ekonomik düzeyleri, yaşam biçimleri herkes de olduğu gibi farklı farklıdır. Arkadaşları, özel ilişkileri, eşleri, çocukları, aileleri, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları, işleri, hobileri, sorunları ve sevinçleri vardır. Bazılarının ciddi sağlık sorunları olmakla birlikte hepsi hasta değildir, sürekli yardım ihtiyacı olan, yardım toplayan, bütün gün yalnız başına oturan, depresif ve hiçbir işe yaramayan kişiler değillerdir.

Medyada özürlü kişilerin yer aldığı programlarda çok gerekmedikçe özürlülüğe odaklanılmamalıdır. Tedavi edilemeyen hastalıklar, doğumsal özürlülükler veya ağır yaralanmalar hakkında insanları çok kederlendirecek hikayeler anlatmaktan kaçınmalıdır. Bunun yerine bu durumun insanların ulaşım, barınma, uygun sağlık hizmeti alma, iş olanakları ve ayrımcılık gibi konularda yaşam kalitelerini nasıl etkilediğine odaklanmalıdır.

1. Dil ve terminoloji kullanımına özen gösterilmelidir. Dil fikirlerin, algıların ve toplumsal tutumların paylaşılmasında güçlü ve önemli bir araçtır. Günlük dilde kullanılan özel deyimler ve terimler kişilere ve onların imajına zarar verebilir. “Kader kurbanı”, “felakete uğramış”, “ıstırap çeken”, “zavallı” gibi duygusal sözcükler veya “tekerlekli sandalyeye mahkum”, “tekerlekli sandalye bağımlısı” gibi duygusal deyimler kişileri aşağılayıcı ve izleyenlerin gözünde acıma duyguları uyandıran ifadelerdir.

2. Genelleştirmeden ve etiketlemeden kaçınmalıdır. Özürlüler, engelliler, özürlü, engelli, körler, sağırlar gibi özelleşmiş bir grubu ifade eden genellemeler bu kişileri toplum içinde farklı bir konuma oturtan ifadelerdir. Bunun yanı sıra spastik, mongol, beyin özürlü gibi ifadeler damgalayıcı ifadelerdir. Özürlülük bireylerin bir çok özelliğinden biridir. Bu özelliğe yapılan vurgu onların insan yönünü ikinci plana iter. Bunun yerine “özürlü kişiler”, “özürlü birey”, down sendromlu kişi gibi ifadeler kullanılmalıdır.

3. Başarı abartılmamalıdır. Çeşitli alanlarda başarılı olmuş özürlü kişileri süper insan veya kahraman olarak sunmayın. Her ne kadar toplum başarılı kişileri taktir etse bile, özürlü bireyleri süper yetenekli olarak sunmak bütün özürlü bireylerden aynı düzeyde başarılı olma beklentisi yaratır. Ayrıca özürlü kişilerde varolabilmenin tek yolunun çok başarılı olmaktan geçtiği duygusu uyandırır ki bu hiç kimse için mümkün değildir.

4. Yapamadıklarına değil yapabildiklerine odaklanılmalıdır. Özürlü kişileri toplum yaşamına aktif olarak katılan kişiler olarak gösterin. Özürlü olmayan kişilerle birlikte sosyal yaşama ve iş yaşamına katılım engellerin ortadan kaldırılmasına ve iletişim kanallarının açılmasına yardımcı olur.

5. Yardım gereksinimi istismar edilmemelidir. Özürlü kişileri sürekli olarak başkalarından yardım talep eden, para toplayan kişiler olarak göstermek yalnızca pasif alıcı, acınması gereken kişiler olarak görünmelerine ve insanların kaçınmasına neden olan bir sunum biçimidir. Özürlü kişiler özürlü olan ve olmayan herkesle eşit ilişki içinde, aldığı kadar veren kişiler olarak sunulmalıdır.

6. Özürlülüğün bazı sonuçları eğlence aracı olmamalıdır. Özürlü kişiler komik, tuhaf ve gülünç kişiler değillerdir. Özürlü kişilerin böyle sunulması onların aşağılanmasına neden olduğu gibi, toplumu da onları ciddiye almalarını engelleyen bir yaklaşımdır.

7. Özürlü kişiler cinsel olarak anormal kişiler değillerdir. Gerçekte ne aseksüel ne de cinsel sapkınlıkları olan kişilerdir ve bu şekilde yansıtılmamalıdırlar. Bu algılama çok daha kolay cinsel istismara uğramalarına neden olmakta, veya karşı cinsle sağlıklı ilişki kurmalarına engel olmakta, zaman zaman insanları korkutan bir obje olarak algılanmaktadırlar.

8. Yapılan çalışmalarda özürlü kişilerden ve organizasyonlarından danışmanlık alınmalıdır. Yazarlar, gazeteciler, yapımcılar çalışmalarını topluma sunmadan önce doğruluğunu kontrol etmekle sorumludurlar. Özürlülükle ilgili konularda özürlü kişiler uzmandır. Hataları önlemek için özürlü kişilerden, organizasyonlardan danışmanlık almak en iyi yoldur.

9. Özürlü kişilerin medyada çalışmaları desteklenmelidir. Medya kuruluşları özürlü kişileri istihdam etmek için daha çok çaba harcamalıdırlar. Özürlü kişiler medyanın tüm kademelerinde yer aldıkça özürlülere yönelik medya tutumları da değişecektir.

10. Özürlü aktörlere yer verilmelidir. Özürlü karakterlerin yer aldığı her çalışmada mümkün olduğunca özürlü aktörler kullanılmalıdır.

11. Medya kuruluşlarına ve medya içeriğine ulaşılabilirlik artırılmalıdır. Özürlü kişilere eşit istihdam olanakları yaratmak için medya kuruluşları binalarını, ekipmanlarını, politika ve uygulamalarını özürlü kişilere uygun bir hale getirmelidirler. Medyada yer alan tüm yayınların özürlü kişilerin yararlanabileceği formatta olması önemlidir. Örneğin TV programları işitme özürlü kişiler için işaret dili veya alt yazı ile desteklenmeli, yazılı basın görme özürlü kişiler için farklı formatlarda ulaşılabilir olmalıdır (braille, elektronik format vb) Bu özürlü bireylere net bir şekilde toplumun değerli bir üyesi oldukları mesajı verecektir ve onların sosyal yaşama katılım çabalarını artıracaktır.

12. Medya kuruluşlarının tüm çalışanları özürlülükle ilgili konularda eğitilmelidir. Böylece özürlü kişilere yönelik farkındalıkları artacak, uygulamada karşılaştıkları zorluklar azalacak ve bunların ürünlerine yansımaları değişecektir.

 

engelliler.gen.tr

Engelli kadının insan hakları ve ayrımcılık.!

Engelli ve kadın hareketinde “eşitlik ve insan hakları” ortak temel konudur. Kadınların ve engelli bireylerin yaşadıkları sorunları, engelli kadınlar iki kat fazla yaşamakta, kendilerine yönelik ön yargılar ve engellerin yanı sıra kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Genelde engellilerin özelde ise engelli kadınların dışlanma, ayırımcılık, temel ihtiyaçların karşılanması, yoksulluk, kendi gereksinimlerini ifade etme, ekonomik bağımsızlık, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmaları gibi konularda yaşadıkları sorunları insan hakları bakımından ele alarak, engelli kadının insan hakları için gerekli sosyal politika ve düzenlemeler geliştirilmesine bir başlangıç yapmak insan hakları ve kadın hareketlerinin dikkatlerini, engelli kadınlara çevirmesini sağlamak gerekmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, genel olarak her hangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu ve Dünya Bankası (WB) verilerine göre ise, dünyanın en yoksul toplumlarının nüfusunun yüzde 20’sini engelli kişiler oluşturmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, engelli kişilerin yüzde 82’si gelişmekte olan ülkelerde ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kadın hareketi ile engelli hareketinin birbirini oldukça geç fark etmesi, engelli hareketini erkek egemen bir yapı içinde şekillenmesine neden olmuştur.

Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri farklılıklar gösterse de toplumların engellilere karşı tutum ve davranışları benzerlikler göstermektedir. Engelli kişilerin toplum içine çıkmadığı yerlerde, liberal hak ve özgürlüklerden bahsetmek imkânsız hale gelmektedir. Ayrımcılık, insan haklarına yönelik temel bir saldırı olduğuna göre daha başka birçok ihlâlin ortaya çıkmasının da nedeni olmaktadır.

Gerek ulusal gerekse uluslararası sözleşmeler çerçevesinde incelendiğinde, BM İnsan Hakları Komitesi, 1989 yılındaki 37. Oturum’unda yaptığı 18 No’lu Genel Yorumu’nda ayrımcılık için; “Komite Sözleşmelerde kullanılan ayrımcılık teriminin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler gibi herhangi bir zemin üzerine dayandırılan ve bütün hak ve özgürlüklerin eşit ölçüde bütün bireyler tarafından tanınmasını, kullanılmasını veya yararlanılmasını kaldırma veya zayıflatma amacına sahip, herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya üstünlük tanıma olarak anlaşılması gerektiğine inanmaktadır”, denilmektedir.

Avrupa Konseyi’nin de, Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine Ek 12 nolu Protokolü benzer bir ayrımcılık tanımı yaparak, ayrımcılığı genel olarak yasaklar. Protokol’deki tanımda; “Kanunda öngörülen haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan herhangi bir nedenle ayrım yapılmaksızın sağlanır. Hiç kimse herhangi bir kamu otoritesi tarafından, yukarıda sayılan gerekçelerle ayrımcılığa tâbi tutulamaz” (Avrupa Komisyonu, 2000) diyerek aynı zamanda kamu otoritesini de yasa çerçevesin de ayrımcılık yapmaması açısından bağlamaktadır.

Türkiye Anayasası’nın 10. maddesinde, “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” denilerek ayrımcılık yasağı düzenlenmektedir. 2004 yılında yapılan değişiklikle kadın-erkek eşitliğine ilişkin vurgu yapılmış ve kadınlara yönelik ayrımcılık yasağı Anayasada daha güçlü ifade edilmiştir.

Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da ülkemizde özürlülerin toplumdan dışlanmasını marjinalleşmesini, engellemeye yönelik olarak, “devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, özürlülerin ve özürlülüğün her tür istismarına karşı sosyal politikalar geliştirir. Özürlüler aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temel esasıdır” (Madde 4) denilmektedir. Yasa, engellilerin toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu, bu nedenle ayrı tutulamayacağını, ayrımcılık yapılamayacağını beyan etmektedir. Yasa aynı zamanda tüm engellileri sosyal güvenlik haklarından yararlandırmayı, kamusal ulaştırma araçlarına ve binalara erişimi kolaylaştırmayı mümkün hale getirmeyi hedeflemekte evrensel tasarıma gönderme yapmaktadır. Yasa, ayrımcı olmamayı, uygun sosyal güvenceyi, sosyal hizmetleri ve engellilerin ihtiyaçlarına yanıt verecek mevcut ve gerçekleştirilebilir düzenlemeleri kapsamaktadır.

Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesine göre (2007) Özürlü kişiler, çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde, diğerleriyle eşit şartlarda topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen, uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetersizliği olan kişilerdir. Engellilerin karşılaştıkları olumsuzlukların kendi kişisel durumlarından değil, kendi dışındaki faktörlere de vurgu yapmaktadır. Ayrıca Sözleşme çerçevesinde oluşturulacak Komite de cinsiyet eşitliğine dikkat çekilmektedir. Bu sözleşme aynı zamanda genelde engelli insanın özelde engelli kadının insan haklarının tanınması, korunması ve genişletilmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. İnsan hakları dilinin, insan hakları mücadelesinin gelişimine paralel olarak geliştiğini de söyleyebiliriz.

Ayrımcılığa karşı olma aynı zamanda bir duruşu da beraberinde getirmektedir. Ayrımcı bakış açısı aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin ötekileştirilmesi ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır. “İnsan hakları hareketinin belki de başlangıcı, insanın insanileştirilmesi, insanlaştırılmasıdır”. İnsan hakları için mücadele “herkesin farklı ve herkesin eşit olduğuna inanmaktan geçer.

Engelli Kadının İnsan Haklarının Güçlendirilmesi;

Engellilerin sorunları salt, ekonomik yaklaşımlarla, maaş bağlamak vb. açılımlarla çözülemez, sosyal, kültürel, siyasal hakları verilmeden, engelliyi birey olarak kabul etmeden, ne yoksulluktan ne de yoksunluktan kurtarabiliriz. Tek başına yasal düzenlemeler, sorunları çözmez, tam tersine sorunların çözümsüzlüğünü de içinde barındırır. Önemli olan o yasaların sokakta ve sokaktaki kişi tarafından ne kadar algılanabildiği ve uygulanabildiğidir. Engelli kadınların yaşadığı sosyal dışlanma ve işsizlik gibi sorunlar, diğer dezavantajlı (çocuklar, yaşlılar, hastalar, etnik, dinsel gruplar v.b.) grupların yaşadıklarından ayrı düşünülemez. Engellilerin insan hakları hareketi, genel insan hakları hareketinden bağımsızlaştırılamaz.

“İnsan hakları” evrenseldir ve engelli kadınlar da bu evrenin diğer üyeleri gibi saygın, vazgeçilmez ve asli bir parçasıdır. Politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerinde amaçlanan hedeflere ulaşılması, ancak toplumun bilinçlendirilerek, kadınlar ve engelliler lehine karşımıza çıkan tablonun iyileştirilmesi ile olanaklıdır.

Engelli kadınları, kendi gereksinimlerini ifade etme, seslerini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılma, yani kendi kaderlerini belirleme hakkını kullanma mücadelesinde, onları destekleyecek ve güçlendirecek her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır. Diğerini ötekileştirmeden “ya bu, ya şu” yerine “hem o, hem bu” diyebilmeliyiz, Bireyi bireyin, bireyi toplumun, bireyi devletin, karşısında güçlendirmeden, kültürler arasında iletişimi sağlamadan, engellilerin kendi daracık kapalı alanlarından, açık toplumsal alanlara çıkmalarına öncülük etmeden, özgürlüğü savunmadan eşitliği sağlayamayız.

Unutulmamalı ki “Herkes Farklı, Herkes Eşit..”

 

Hasan Kaya

Engelsiz Kent-Engelsiz Turizm Sempozyumu Sona Erdi

İçişleri Bakanlığı, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Türkiye Belediyeler Birliği ve Türkiye Sakatlar Konfederasyonunun iş birliğiyle Antalya Belek’te düzenlenen Engelsiz Kent-Engelsiz Turizm Sempozyumu’nun sonuç bildirgesinde, “turizm tesislerinin, bütün özür gruplarının ihtiyaçları dikkate alınarak düzenlenmesi gerektiği” belirtildi.

Maritim Pine Beach Belek Otel’de 16 Mayıs’ta başlayan sempozyumun son gününde, engelsiz turizm için yapılması gerekenlerin yer aldığı sonuç bildirgesi oluşturuldu.

Bildirgede, engellilerin kullanabileceği yeterli toplu ulaşım aracı bulunmadığı, kentin veya beldenin tarihi turistik alanlarında müze ve ören yerlerindeki tuvalet, telefon kulübeleri ve benzeri araç park etme yerlerinde engellilere ayrılan yerlerde uygun işaretler bulunmadığı vurgulandı. Bildirgede ayrıca, ülkeye giriş yapan konukların, sınır kapılarında işlemlerini kolayca yaptırabilecekleri mekansal düzenlemelerin özürlüler için yeterli olmadığı belirtildi.

Engelsiz kent, engelsiz turizm kapsamındaki tesislerinin bazılarının bütün engel gruplarını kapsadığına dikkatin çekildiği bildirgede, turistlere hizmet veren hastane, sağlık ocağı, karakol gibi kamu binalarında engellilerin bu hizmetlerden faydalanmasına dönük donanımların yetersiz olduğu kaydedildi.

Sorun yaşayan özürlülerin başvurabileceği özel birim ve mekanların bulunmadığına değinilen bildirgede, turizm tesislerinde özürlüler için ayrılan odaların ihtiyaçları karşılayacak düzeyde bulunmadığı vurgulandı.

Turizm alanlarında hizmet veren her düzeydeki görevlilerin engellilere yönelik farkındalık eğitimlerine ihtiyaç bulunduğu ifade edildi.

Turizm tesislerinin belgelendirilmesine ve niteliklerine ilişkin yönetmelikte 80 oda ve üzerinde olan oteller ile tatil köylerinde toplam oda kapasitesinin ancak yüzde 1’i oranında özürlü kişiler için oda bulundurulması yükümlülüğü olduğu, bu nedenle 300 odalı konaklama merkezlerinde bile engellilere uygun oda sayısının 3’ü geçmediği için grup halinde gelen engellilerin ağırlanamadığı kaydedildi.

Engelliler için ayrılan odaların bir bölümünün ise ihtiyaçları karşılayacak düzeyde olmadığı belirtilen bildirgede, ilgili yönetmelikte odaların yanında, tesislerin girişi, genel tuvaletler, yeme-içme ünitesi, mola noktası, temalı parklar ile eğlence merkezlerinde de bedensel engellilerin kullanımına uygun düzenlemeler yapılması gerektiği belirtilmişse de bunlara hiç uyulmadığı ya da yeterli düzeyde düzenleme yapılmadığı bildirildi.

ÖNERİLER

Bildirgede, “engelsiz kent-engelsiz turizm” konusunda önerilerde de bulunuldu.

“Seyahat endüstrisi pazara açılmak için bir yandan fiziki ve sosyal alanda örgütlenmek ve bir yandan da belli yatırımları göze almak durumundadır” ifadesine yer verilen bildirgede, şunlar kaydedildi;

İşletmelerin kapı ve koridorlarının ölçülerinin tekerlekli sandalye kullanıcıları için uygunluğu, binalar içinde yüksek katlara veya seviyelere çıkışlarda rampalar veya asansörler bulundurulmasından, alarm ve güvenlik sistemlerinin işitme ve görme engellilere göre dizayn edilmesi gibi pek çok alanın daha kullanışlı hale getirilmesi mümkündür. Diğer yandan, işletmelerin yapacağı bazı basit ve kolay düzenlemeler de vardır. Bugün birçok özürlü kişi, seyahate çıkarken, tam donanımlı ya da eksiksiz işletme şartı aramamakta ve eksikliklere rağmen temel bazı noktalarda kendilerine uygun düzenlemeleri seyahatleri için yeterli görebilmektedir.

Kuşkusuz birçok düzenleme ve donanım gereksiniminin yatırımcı için bir maliyeti olacaktır. Bununla beraber, bu uzun vadeli yatırımın, doğru pazarlama ve tanıtım koşullarında kar olarak geri döneceğine yatırımcıların ikna edilmesi gerekmektedir. Bu ikna sürecinde kamunun, Kültür ve Turizm Bakanlığının öncü rol üstlenebileceği düşünülmektedir. ”

Kültür ve Turizm Bakanlığının konuya ilişkin yönetmeliğinin engelliler açısından yalnızca en az 80 odası olan otel ve tatil köylerini kapsadığı, diğer turistik tesisleri kapsam dışında tuttuğu, yönetmeliğin tüm turizm belgeli işletmeleri kapsayacak biçimde düzenlenmesi ile yönetmelik dışında kalan işletmelerin de engellilere hizmet verir hale getirilmesi ve yatak kapasitesinin otelin yatak sayısının yüzde 10’u olarak belirlenmesi, oda kısıtlamasının kaldırılması şeklinde mevzuatta gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiği kaydedildi.

“ODA SAYISI TALEBİ KARŞILAYACAK DÜZEYDE DEĞİL”

Otellerde engelliler için mevcut oda sayısının talebi karşılamaya yetecek düzeyde bulunmadığı vurgulanan bildirgede, bu nedenle yönetmelikte belirtilen yüzde 1 oranının artırılmasıyla, engellilerin pazarından çok daha fazla pay alınabileceği düşünüldüğü, bu oranın yüzde 5-10’a çekilmesi gerektiğinin görüldüğü ifade edildi.

Bildirgede, yeni yapılacak tesislere yıldız verilirken, sağlık, termal hizmeti vermek üzere kurulacak otellerin engelliler için ayrılan oda sayısının toplam oda sayısının yüzde 10’u olması gerektiği şartının “muhakkak aranması” önerildi. Bu otellerin de özel teşvik kapsamına girmesinin ilan edilmesi gerektiği bildirildi.

Hastanelerin konaklama hizmetlerini karşılayan tesislerde özürlü kişiler için oluşturulan oda sayısının da en az yüzde 10 ve üzeri oranda olması gerektiğine işaret edilen bildirgede, “Turizm tesisleri bütün özür gruplarının ihtiyaçları dikkate alınarak düzenlenmelidir” ifadesine yer verildi.

Turizm işletmelerinin Kültür ve Turizm Bakanlığının denetleme uzmanları tarafından kontrol edilmesinin zorluğundan yola çıkılarak bakanlık tarafından sertifikalandırılmış kişilerden oluşan “Turizm Gönüllü Fahri Müfettişliği” sıfatı ile bir yapılanmaya gidilebileceği görüşüne yer verilen bildirgede, ayrıca Bakanlık Eğitim ve Araştırma Müdürlüğünce otel ve restoran gibi turistik işletmelere, engelli pazarının potansiyeline yönelik bir eğitim çalışması verilmesi tavsiyesinde bulunuldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığının, turistik işletmelerin engellilere yönelik sundukları ürünleri geliştirmelerini teşvik amacıyla bu işletmelere özel sertifika ile yalnız engellilere yönelik hizmet vermek amacıyla yapılan işletmelere özel yatırım teşvikleri de verilebileceğine işaret edildi.

“ÖZÜRLÜLERE EN İYİ HİZMET VERENE ÖDÜL”

Bildirgede, şu önerilerde bulunuldu;

– Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TÜRSAB Engelsiz Turizm Komitesi iş birliğiyle, her yıl özürlü kişilere en iyi hizmeti veren işletmelere özel ödül verilebilir. Bu turizm işletmelerinin ulusal ya da uluslararası medyada tanıtılması, bu sektöre yönelik hazırlanmış broşür ya da kataloglara girmesi sağlanabilir.

– Kültür ve Turizm Bakanlığınca yalnızca bu özel pazara yönelik ürünleri içeren broşür, CD gibi tanıtım materyalleri üretilebilir.

– Engelli odalarının bulunduğu otel kapılarında TÜRSAB ya da Kültür ve Turizm Bakanlığından onaylı uyarı levhasının olması yararlı olacaktır.

– Engellilerin oluşturduğu turizm pazarına girmek isteyen bölge ve beldelerin de bu alanda yapabilecekleri birçok iş vardır. Bunların başında engellilerin kullanabileceği toplu ulaşım araçlarının bulundurulması, kentin veya beldenin görülmeye değer yerlerinin, müze ve ören yerlerinin engellilere uygun şekilde dizayn edilmesi, engellilere yönelik serbest park etme imkanları, uygun işaretlendirmeler, hastanelerin engellilere uygun hale getirilmesi, sorun yaşayan engellilere başvurabileceği birim ve mekanların organize edilmesi gibi düzenlemeler bu pazarın kapılarını o bölgeye açabilecektir.

Kültür ve Turizm Bakanlığının, kamu kuruluşlarını, yatırımcıları, işletmeleri bir araya getirip, sektöre yönelik çalışmaların yapılacağı birlikteliğe birleştirici unsur olarak öncülük yapması gerektiğine işaret edilen bildirgede, BM engelli haklarına ilişkin sözleşmede belirtilen “Evrensel tasarım ve Türk Standartları Enstitüsünün” bu alandaki temel ilkelerinin hayata geçirilmesi konusunda sıkı denetim yapılması gerektiğine de değinildi.

Bildirgede, konuyla ilgili getirilen düzenlemeleri süresi içerisinde yerine getirmeyen kişi ve kurumlara karşı işlevsel düzeyde hak arama yolları oluşturulması ve geliştirilmesine destek sağlanması gerektiğine de dikkat çekildi.

Engelsiz kent-engelsiz turizm alanında yürütülen çalışmaların etkili ve verimli bir biçimde sürdürülebilmesi için konuyla ilgili ulusal düzeyde “eylem planı” hazırlanması gerektiğine yer verilen bildirgede, şunlar kaydedildi;

– Tesislere tatil ve dinlenme için gelen bütün engellilerin (zihinsel, spastik ve diğer engel grupları) -aileleri bakıma muhtaç yakınları için- tesislerde (otel, motel, restoran) bakım destek üniteleri ve rahatlama odaları kurulmalı. Bu ünitelerde profesyonel meslek elemanları bulunmalı..

– Sahil, havuz gibi yerlere tüm engellilerin ulaşabileceği ve kullanabileceği şekilde düzenekler tesis edilmeli..

– 5378 sayılı Özürlüler Kanunu’nun 3. maddesinde, ilgili kurum ve kuruluşlara 7 yıl süre tanınmıştır. Bu süre 5 Temmuz 2012 tarihinde bitecektir. Kalan 14 aylık süre için belediyeler, başladıkları hizmetlerin hızlandırılması amacıyla ilgili kurum ve kuruluşları uyarmalıdır.

– Şehirlerin ana yaya arterleri ve meydanları gibi kamuya açık alanlarda yapılacak genel tuvaletlerin planlanmasında engellilerin kullanımına uygun standartlarda ve ihtiyaç duyulan donanımları gösterir tasarım ve projelendirme örneğinin Türkiye Belediyeler Birliği, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, ilgili sivil toplum kuruluşları ve Türk Standartları Enstitüsünce geliştirilmesi ve standart tarifi ve model olarak kullanılmasını teminen üst birliğe bağlı belediyelere dağıtılması sağlanmalıdır.

– Engellilere ait yapılacak düzenlemelerde veya yeni inşa edilecek yapı ve mekanlarda proje aşamasından, kesin kabulüne kadar olan kısmında onay komisyonunda tüm gruplarından temsilci olmalıdır.

5. Özürlüler Şûrası Başvuruları Başlamıştır.!

Özürlüler İdaresi Başkanlığının en yüksek danışma kurulu olan Özürlüler Şûrasının beşincisi 03 – 07 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir.

Özürlülerle ilgili konularda tetkik ve teklif niteliğinde kararlar almakla görevli olan Şûranın amacı; özürlü ve özürlülük konusunda her türlü görüş ve çözüm önerilerini tartışmak, ulusal politikalara esas olacak ilke ve programlar oluşturmak, kamuoyunun bu konuda bilinçlenmesine katkıda bulunmak, ulusal ve uluslararası alanlardaki görüş, düşünce ve gelişmelerin aktarılmasını, tartışılmasını sağlamaktır.

5. Özürlüler Şûrasının gündemi “Engelsiz Eğitime Doğru” olarak belirlenmiş olup çalışmalar;

Ø Tanılama, Yönlendirme ve Yerleştirme Hizmetleri,

Ø Mesleki, Teknik ve Yaygın Eğitim,

Ø Özel Eğitim Okul ve Kurumları,

Olarak belirlenen komisyonlarda sürdürülecektir.

5. Özürlüler Şûrası komisyonlarında üye olarak katkı vermek isteyenlerin başvuru formlarını en geç 31 Mayıs 2011 tarihine kadar Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığında olacak şekilde (formda belirtilen iletişim adreslerinden birine posta, e-posta sura@ozida.gov.tr veya faks yoluyla) gönderilmesi gerekmektedir.

 

engelliler.gen.tr